9.12.2008

peacin'

(parçayı dinlemek/ücretsiz indirmek için başlığa tıklayınız)

people hand in hand (hand in hand, hand in hand)

the moon, the sun, the sand (the moon, the sun, the sand)

it'z all obviouz

we're livin' 4 peace my friend (we're livin' 4 peace my friend)

(all we need iz, all we want iz, all we need iz peace)


peace iz all we need (we need it, we need it)

peace iz all we want (we want it, we want it)



herkesin 1 kendi var

kentler yokolmuş, insanlar harap

herkesin 1 derdi var

e dert, e tasa, e ilâhî yasa


herkes düşmüş kendi derdine

şehirler de düşer kendi kendine

üşüyor şehirler, düşüyor şehirler

yıkılıyor, sarsılıyor, patlıyor şehirler


dün, bugün, ve yarın ve sonra, ve sonra, ve sonra...

hey, şehir üstüme düşüyor!


kıyâm-et (stand up)

uyan (wake up)

vazgeçme (don't give up)

düzelt (fix it up)


(x2)


geç olmadan gel, koy elini sen de

yapabiliriz, düşle ki gerçekleşsin

geç olmadan düş yola, yolumuz açık olsun

deneyebiliriz, iste ki gerçekleşsin


(x2)


we're walkin' on the path of peace, come join uz

imagine 2 make yo dreamz come true

make a step b4 it'z gettin' late

if U believe in U, there'z nothin U can't do

there'z nothing U can't do

(all we need iz, all we want iz, all we need iz ..)

peacin'

(repeat)




kıyâm-et (stand up)

uyan (wake up)

vazgeçme (don't give up)

düzelt (fix it up)

peace.






12/'08, istanbul

violet ft. sujana:

peacin'

lyricz&muzic by kna, sujana, sby, buut and onur h.

our part 4 the global peace rally 2008

29.10.2008

iPeace

value="http://www.candle4tibet.org/images/banner_250x250_new.swf">

29.03.2008

karşı daire

şu karşı daire boş..
kaçadır kirası, kim bile..
para da yok ki..

köpüklü bira mı, demli çay mı..
sen yanımda olmadıktan sonra
kedi de hayvan, köpek de..

gül de diken, ekmek de kuru..

sen hele açsan ağzını, çıkarsan dilini..
güzel gözlerinle baksan bana doğru..
ve ellerini havaya kaldırıp zafer işareti yapsan;

ama ne tunceli'yle ilgisi olan, ne de dinsizlikle..

girdaplar ve hezeyanlar içiçe takım taklavat, hırdavat..
çürük nesillerce hiçlenmiş embesillikler..
niye değer vereyim, ka'ale alayım yargılarını

onlar 20'sinde 40 gözükürken
ben 36'mda 18'im hâlâ..

hayır, güçlüyüm..
ve boyut ötesiyim..
sizleri de beklerim..
o olmasa da masamda..

ben ben olsam da olmasam da..
siz siz olun yeter..
al, yine kafiye..
yine beter..


2007

loğnlines dedim..

loğnlines dedim, anlamadılar
yalanguzluh demek dedim, sallamadılar

gerisini merak eden çıkmadı
ya da bana söylemediler
şimdi çıkcam, sonra uğrarım..
hani şiirler kafiyeyle bitmez miydi?



2007

bak gene

serpil bakkala yazdırmış sigarayı.
kahvaltı etdik.
myspace'e yeni insanlar ekledim sayfaya.


http://www.violet.web.tr 'mize yeni fotoğraflar yüklenmiş Barışarock'daki performansımızdan.
sonra nihayet geldim ki anarko feminist tartışması neymiş ne değilmiş diye, orda ne güzel bi sallanan anti-fa bayrağı gördüm; iyi de, sonra etiketlerde o bayrağın kullanıcısının sayfasında, tüm semavi dinler katildir, tüm semavi dinler hoşgörüsüzdür diye etiket.
yav, bu konu hala kapanmamış mıydı?
buna kısaca cehalet derler.
o tarafın cahili, anarşizm'i rasgele sağa sola ateş edip adam öldürenlerin yolu sayar, bu tarafın cahili de dinleri okumamış araştırmamış, gördüğü her yobazlığı din'in kendisine mal eder.
yav, eğer faşizm'e, yani önyargıya, ayrımcılığa karşıysak, neden okumadan araştırmadan damga vuruyosunuz bu kavramlara?
din, gerektiğinde gelen bir öğreti sistemidir, şu anda güya gerek kalmamış olması gereken, hani artık yalan söylememeyi, adam öldürmemeyi, kalp kırmamayı, paylaşmayı, ağaç kesmemeyi, doğayı yıpratıp dünyayı batırmamayı öğrenmiş olmamız gerekiyo ya..
bunları öğretir din.

dileyen de bu kocaman sonsuz kozmoz'un kendi algıladığı kadarıyla 'Yaratıcısı'na şükreder, ister eğilerek, secde ederek, ister secdeye yatarak, yere burnunu çenesini sürterek, ağlayarak.
bu kendi tercihi, kendi ihtiyacıdır, kimse engel olamaz, bunu da başkasına zorla dayatamaz, budur.
anarşizm de bağımsızlıktır, özgürlüktür.
ferdî iradenin bir seferberlik duygusuyla kollektiviteye dönüşümü, evrimidir.
yani, özde ikisinde de kendiyle kendi arasında başka bir otoriteye izin vermemektir.
din'de de böyledir, asla din'de ne hocalık, ne rütbe, ne mertebe, ne dayatma, ne biri adına konuşma yoktur.
olanlar, yobazlarca din adına sonradan eklenmiş bid'atlardır.
biri kalkıp gidip uyuz olduğu birini vuruyo, 'buyur işde anarşiste bak!' deniyo, hayır, o yalnızca katildir.
terör varken, gazetelerde 'anarşizm kol geziyo!' deniyo, kol gezmez anarşizm.
kelimelerin anlamları çarpıtılınca, hitler kalkıp gamalı hac'ı kendine, yahudiler kalkıp altıgen yıldız'ı kendilerine 'davud yıldızı' deyip mal ederlerse, feci dejenerasyon var demektir.
altıgen yıldız da, gamalı hac da, taa dünyanın oluşumundan beri, barış içinde çadırlarında, medeniyetlerinde, mutluluklarında yaşayan insanların çoktan kullandıkları güzel sembollerdir.
bu şuna benzer; hep aynı benzetmeyi yaparım:
bir hell's angelz mensubu motosikletçi rock'çu, gider bi kıza tecavüz eder, bi kasaba daha ilerler, bi kıza daha, bi kasaba daha, bi kıza daha..
sonra?
vay işte rock'çular tecavüzcüdürler.
geç Allah aşk'ına, rica ediyorum.
hadi, peace on earth, pleaze!
her yerim ağrıyo...
:)

2007

bu kışı hiç bitmeyecek sandımdı...

Bu kışı hiç bitmeyecek sandımdı

Ta ki bu hani şu açdı çiçekler ya

Güldü ya yüreğim

Katillerle aynı yerde

İç içe tüm olası roller

Büyük küçük geniş dar

Kızlar da balık tutarlar

Aşkın çarmıh olduğnu bilmezdim

Geriliyorum daha hâlan

Az da ilerlemeliyim ama

Nasıl ümit vermeli çocuklara

Hep onlardan çalarken hâlan

Sevgilerini, saflıklarını

Coşkularını, eminliklerini

Doğallıklarını, dürüstlüklerini

Fedâkârlıklarını sömürürüz

Hep bahane bulmuş buluruz kendimizi,

Pişmanlık, ertesi gün çiçek olur çocukda

Erir, yeniden doğuş gibi

Bir şans daha verir hep

Kış geçmesin çabuk,

Büyümesin çocuk bu kadar çabuk

Ama bir yer var, var.

26.04.’07, kna istanbul

bkz.

Kendisi neyin peşindeyse;

Bir hortum misali üstümüze gelen tortu,

Çöp

Ve gerenksiz ayrıntı dumanından oluşan

Bir bulut girdabına kapılmamak için

Ellerimizi sıkı sıkı birbirine kenetleyip

Sırtımızı kitaplara vermiş,

Mevcut seferberlik akışında aklımızı yolumuza vermiş,

Yürüyorduk kaçan yağmuru kovalayarak,

İçimiz kıpır kıpırdı,

Hani derler ya..

Neyse işde..

Eleman geldi,

Dedi “nereye?”,

Gülümseyerenk ama..

Dedik ki “merhaba!!”,

Susarak çatdı kaşlarını,

Gözleri ve dudakları gülmeye devamdı ama..

“Tamam madem..!” dedi,

“Güvenmiyor musun bize?” dedik,

Ki anında kahkahalara büründü varlığı

Kendisi yoktu orda

Kahkaha vardı

Biz de yoktuk aslında..

Dedik “ne gülüyon ki?”

İçimiz ısınmışdı güneşten,

Yağmur’un en verimli sağanağıydı orası..

Değirmen çalıyordu dünyada

Sonra önce ekmek artık iyiyken..

Benim karnım üstelemeseydi,

Datlı dedik ya hep beraber..

Biraz daha var..

Ağaçlar anısına tahtalarda kalan son piyonlar Şampiyondurlar durları durakları aşmış eğimde..

“İyi madem..” dedi ve geçdi gitdi…

Biz de vardık devamında kendimize işde..

Aynaya bkz. bi şöyle

İçinize dışınıza,

Her yangınınıza…

Orman serinliği hatrına bi bkz.

Musluk soğukluğunda siyah beyaz akşamlarında

Ayarlanır makinaların ayarları,

Boş kutularda sıcaklığı uyuyakalmış

Sersem karidesli pizzalar hatrına bkz.

Yorulmayan zincir ağaçları dikilseydi ocaklarınıza

Zeytin burunlu apartumanlar çökeceğine

Elbise kalmadı üstüne uyacak

Gökler yalanları duyacak

kna.120907.

elbise

Elbise, dazlak kambur nankör iblis’e nasıl da yakışıyordu. Ama işte karizma.. karışma.. işine bak.. önüne bak.. kendinle ilgilen.

Hatta yaylan!

HADEEE!!!

Nooldu yavrum?

Yine kâbus mu gördün?

Evet..

Hmmm.. geçmiş olsun..

Hadi uyumana devam et, su içceğn mi?

Evet..

Taam, getireyim.. getireyim mi?

Evet..

Bekle, taam mı.. gelceğm dur, çok mu korktun?

Evet..

Oy, oyy, oyyyyyerim ben seni, nası da korkmuşmuş, uyy benim bebişim.. şimdi iyi misin? iç..

Ohh, evet..

İyisin di mi?

Evet..

Hadi şimdi güzel rüyâ görceğz, di mi?

Evet..

Almanya, çimenlik.. güneş bulutlu, hava serin rüzgârlı.. öğldensonra, göl kıyısı.. kazlar koşuşuyo, iki kuğu güneşleniyo bulutların arasından ışıyan boşluktan doğal spotların tam içinde, suyu dalgalandırarak zarifçe, hep ileri, hep dimdik asil, suyun altına da daldırsa boynunu baş aşağı gaga önde..

Şurdaki Mahsunî, elbette adını ünlü ozandan almış, Sivas’lı alevî bir ailesi var, 10 yaşına gelmeden tüm Georgsmarienhütte’nin çocuklarını ayaklarının etrafında koşturuyordu, kimse topu kapamıyordu.. bu rüyadaki zamanda henüz 6 yaşında falan, onun da renkli bisikleti var, henüz Nazmi’nin en sevdiği arkadaşlarından en sevdiklerinden;

İleride 15 yaş civarı Mahsunî’leri ailecek ziyaret ettiler - Kozyatağ’ civarı oturuyorlardı -..

Onun haricinde birtek büyükler bi iki görüşmüşler herhalde, Nazmi’nin bi büyüğü olan Coşkun’un da ayrıca Mahsunî’nin abisi Cemâl’le olan ‘yorgunum dostlarım’ macerası mevzu’u dışında.. o hikâyede Coşkun’un ‘amel’ (ishâl karın ağrısı) olası tutmuş, Cemâl de “betona yat, ağrısını çeker!” demesi üzerine yere yatınca geçmemiş mi, aksine ana’mızın hep beynimize beynimize işlediği “soğga oturma, bak nereye yatmış, gah bahiym!” şeklindeki doktrineri revoluşıneri, anayasal madde fikri ağır basmış, Coşkun da ağır ağrılara dayanamayıp tekrar ayağa kalkıp yere mi basmış, kusmuş mu, küsmüş mü.. neticede ve de sonuçta, aynı gün aynı gezmede İbo‘nun işte o ‘yorgunum dostlarım!’.. dediği kaseti almışlar beraber, Coşkun da bayılmış İbo’ya.. normalde Kinks, Art of Noise, Yello, ve işte apayrı bir playlist’i olmasına inat.. Ayrıca Cemâl, biraz saz falan da çalıyordu herhalde, normalde gitar ve bas meraklısı olan Coşkun ondan gördüklerini evde baba’mızın sazında birebir yapmaya çalışırdı, eh.. yapardık da.. Coşkun ne yaparsa, Nazmi de hemen aynındandı çünkü..

Genelde Coşkun’un hep her şeyini kopya etmeceydi Nazmi’nin en büyük hobisi bi yandan, daha büyük ağabeylerini sadece sevip sayıp, onların hayranlıkla sözlerini tutmak yetiyordu.. Şevki’den bilge olmayı, düzgün koşmayı, kimseyle dalga geçmemeyi, ırk ve din ve dil ve mezhep ve yaşam tarzı ayırımcılığı yapmamayı, acele etmemeyi, sakin olmayı, dürüst ve mütevazi olmayı, esprili ve sevecen olmayı, resimde dehayı, fikirde keskinliği, yargıda ayıklığı, umutta tükenmezliği, sevgide doğayı, doğada hayvanları, hayvanlarda bitki böceği, örümceğe saygıyı, güzele sevdayı ama önce: vicdanda mutlağı..

Bebeklikten present time’a kadar..

Ablası’ndan öz olmayı, özgürlüğü, yere basmayı, yaşam sevincini, ..Celâl’den cesâreti, rahmetli Mustafa abi’sinden de olmayı öğrendi Nazmi..

Yani aslında 0-5 yaş arası olan dönemde oluyo bu..

Coşkun’un da işte Nazmi’nin o döneminde, hep her bi şeyi koç önceliğiyle Nazmi’yi tahrik edercesine gözlerinin önünde yapması ve bunun sonucunda Nazmi’nin de gerek bi arabayı uçurarak sürmek, gerek bele kılıçlı kemer takmak, her türlü bişeyi işte Nazmi de 2 dk geçmeden görür görmez, hem de yaş farkına rağmen daha estetik, daha mükemmel yapabilmesi ilginçti.. ta ki Coşkun, İstanbul’a taşınılması sonrası Almanya’ya dönmeyi kafasına koyup kendini bodrum katına kapatana ve aileyi böylece ikna edip kendini Almanya’ya gönderttiği güne kadar.. çünkü Nazmi de sırf Coşkun yaptı diye Almanya’ya dönmeyi isteyemezdi. Zaten ona orda kim bakacaktı, Celâl ve Şevki kendilerine zor bakacaktı, Coşkun da 15’di en azından.. bi oda yeterdi, zaten her şeyi kontrolü altındaydı ya ortamın, otobüslerin saatleri, dükkanlardakilerin fiyatları,..

Nazmi İstanbul’da kaldı.

12 buçukdu yaşı İstanbul’a taşındıklarında, sonra ara ara hep ziyaret etdi tabi Almanyayı da, 2008 temmuz’da toplamda 16 yıl geçirmiş sayılacak Nazmi, nâm-ı diğer ‘Kırmızı’..

Almanya için kronometre toplamda 21 yıl biriktirmiş. Şu an.

2008 ocak açısından..

hey gidi..

Hey gidi yorum sayfalarına bayıldığımının ertesi zabaağ..

Hey, gidiyorum..

Say, fa’larına

Bayıldığımının ertesi gecesi..

Kendim demiş olsam

Dedin ki sen ardından

Acil çıkış nerde?

Külliyen yalan!

Bu akşam dimdik kal

Eksenin temiz kalsın

Bertaraf et skandallarını da

Yan dallarını da..

Mandallarını da, çamaşırlarını da..

Tavsiye isder misin’e hala

evet diyenler

ne renktirler?

Tabut mu mezardan, mezar mı tabutdan çıkar?

K.n.a.,24.09.2007

gerçek

Gerçek şu ki, burası uzay denilen yerdeki sayısız galaksiden birindeki sayısız gezegenden biridir. İtirazı olan varsa, ya şimdi söylesin, ya da sonsuza dek sussun.

Sözde bilim adam- ve kadınları, bu gezegende belli ki, kaosun hakim olmasından yana bir inanca ve ümide kapılmışlardır; her şey tesadüfen olmuş bitmiş, ne olacağı da belli değilmişmiş..

İnsan bedeninin büyük moleküler yapıtaşı SU adına, ‘düşüncelerden etki alır ve tepki verir’ şeklinde bir keşif, günlük dialoglarımızda daha son zamanlarda henüz yerini almaya başlamakta .. (fitne bir insanların, seçtikleri kurbanlarını sadece olumsuz düşünce yayarak nasıl hasta ettiklerine de, uygun bir açıklama sayılır) ..iken;

>“Nasıl olur da, 6 buçuk milyarcık insancığın taaaa ne zamandır neden şöyle insan gibi barış içinde bir arada bir paylaşımda olamazlar?”’ı malum, planet toplam nüfusunun sadece en, ama en fazla %50’si merak ediyor<’a da belki kesin umarım kimse itiraz etmeyecektir???

Ortak bir mantık ve şirinlikte birleşse ya hadi herkes, bilinçli biçimde hani..

Uzaylılar dediklerimiz, uyuyan asgari diğer %50’nin zannettiğinin aksine, kalkıp/inip de “ahan da buradayız lan, acıdık bahalım hadi, goründük! Heheheyt, naapçeeniz şimdi? Size mistik hayaller, seks fantezileri.. fan-tez-ileri.. yavaşdan-da-gary.. hihihi..” diye tezgah açmayacaklar buralara..

Basbayaa böyle tüm evrenlerce kabul edilmiş evrensel yasalar var.

Nasıl ki, bu planette de yasalar varsa, ve ama kimsenin bunlardan da haberi olmadığı gibi..

Bir insan nasıl ki önce kendi içindeki denge ve armoniyi bulduktan, kendini sevip saymayı, kendini fark etmeyi öğrendikten sonra ancak diğer insanları da o zaman sevip, sayıp, fark etmeyi öğrenmeye hak kazanıyorsa; bizim de insanlık olarak bir bütünsel beden olduğumuzu varsayalım, ..bu 6 buçuk milyar insan ne zaman ki .. veyahutta bu ‘6 buçuk milyar hücreden oluşan insanlık bedeni’ diyelim.. ne zaman ki işte, kendini sevip saymayı vesaire şey ederse, ancak ve ancak o zaman ‘diğerleriyle’ de dialoğa hazır oluyoruz.

Düşünsene/düşünsenize, sen/siz kendi içinde çatışmaları, katliamları falanları olan bir kanser hücresisin-/iz, ve ‘hani beni niye sevmiyolar?’ diyorsun-/uz.. ‘hani uzaylılar nerdeymiş ki, göriym de inanırım belki’ diyorsun-/uz. Temelde duruş ofsayt, ama sen/siz hâlâ ‘niye gol yaa, banene!’ diye kudur-/un.. heygidi..

Uzaylılardan bahsettiğinizde gülen bir toplum.. alay eden, hor gören bir toplum.. hatta henüz toplum dahi olmayı becerememiş bir toplum.. paradan, makinalardan, endüstriden, silahlardan, savaş stratejilerinden, inşaattan, arabalardan falandan filandan bahsettiğinizde sizi pür dikkat dinleyen, paranıza göre, görüntünüze göre selamının şeklini ‘ayarlayan’ bir toplum.. nedense, çiçeklerden, böceklerden, sokak kedilerinden ve köpeklerinden, ağaçlardan bahsettiğinizde size tepeden acıyarak bakan, selamını kesen, kesmese de alay eder bir sırıtmayla zoraki ‘hadi selam bakalım’ diyen bir toplum.. dediğimiz gibi, aslında toplum sayılmayan bir kaotik virüssel kalabalık.. itiraz eden varsa buyursun..

Nedense herkes de her şeyi biliyor, bir de bu var.. otobüs duraklarında “silah sektörü fitilliyo bu savaş ortamını” diye ara ara birbirine göz kırpan bir ilginç rehavet. Şey gibi.. gözünün önünde biri ölüyo, oturmuş masasından kahve fincanını alırken “bu ölüyo haa, ben biliyom” demek gibi..

Sonra sigarasından bir fırt daha çeker.

“nasılsa ben değilim vuran” diyerekten..

‘Kırmızı’ N.A., 23.03.’08 – İstanbul.

sıradan bir polisiye filmi değil

Ormanlıkta bir ceset; “hayır, bu öyle sıradan bir polisiye filmi değil.” yazıyo çıplak sırtında, yazının etrafı kaymakla süslenmiş çileklerle çevrilmiş.

Ceset dişi beden. Ayaklarında siyah ince nylon çorap var.. daha doğrusu, ayaklar çorapların içine konmuş, yani kesildikten sonra. Muhtemelen ayaklarından açılan kısımdan akan kan, vücudun ölüm sebebiymiş, sol sırt kaburgasındaki suç aleti, yani zarif bir bıçak, ayaklar kesilip beden de kan kaybından öldükten sonra saplanmış.. - çünkü kan çıkmamış, vücut kanı kesikten boşalmış-.

Beklenmiş, hatta kamp kurmuş veya kurmuşlar; yani cani veya caniler..

Soru işaretleri ve yıldız, karikatür, çiçek, böcek.. büssürü resim çizilmiş kamp ateşinin kenarındaki küllerde sopalarla.. herhangi bi hayvan kesen piknikçiler gibi takılmışlar, ya da takılmış, kurbanını süsleyip sergileyen meçhul sanatçı..

Çok geçmeden, popüler televizyon kitlesi toplumunun bu vak’a karşısındaki ilgisini itecek şey, kızın annesinin cesedi teşhisinden sonra yaptığı açıklamalardı..: “haa, satanismiş..”, “uyuşturucu gullanıyomuş..”, “çohdan orosbo olmuş o anacım, bahsana”, “amaaaaan!” diyerek olayı ‘çözen’, ‘analiz eden’ milyonlarca insan, yaşlı genç, ..

“Kızım esrar kullanıyordu, bally çekiyodu, serseri rakçı arkadaşları vardı, 12’sinden itibaren zaten pek de eve gelmezdi, bizi özlediğinde falan işte” diye konuşmaya başlamıştı annesi kızın, ki henüz bu cümleleri bitmeden, ekran karşısındakilerin büyük bir kısmı başka kanallara zaplamıştı bile..

“Ufo’lara takmıştı kafayı.. bikaç yıldır güzelliklerden ve dünya barışından söz ederdi hep, ‘..kıyametteyiz, sırat köprüsündeyiz’ derdi.. Bu hoşuma gitmişti, biz ateist bir aileyiz, devrimciyiz, içeriz, karşıyız, düşünürüz, severiz, ölmeyiz.. kızım ölmedi, bedenini terk etdi..”

Ekran başında hala kadının açıklamalarını dinlemeyi kesmeyenlerden birkaçını son cümleler kumandaya uzanıp sesi açmaya yönlendirmiş, hemen internet üzerinden bu konularla ilgili olan o an müsait durumda kimler varsa ekran başına geçmişti.. çaylar demlenmiş, muhabbet ısınmıştı..

Polis şaşkındı, narkotik ve diğerleri işte.. kızın evini ziyaretler başlamıştı, polis de sivil kıyafetle odasını alt üst ediyordu.. kızın yazdıklarına el koyuldu, annesi tekrar geri vermelerini rica etti, yani işleri biterse o defterlerle en yakın zamanda..

Hiç üzgün durmuyodu, hatta kahkahalar atıyordu, evdeki ses sistemi de son sesteydi ve çeşitli müzikler çalıyordu, daha ziyade progresif rock tarzı şeyler..

“biz kızımla en son olarak 3 yıl evvel görüştük, yani bedensel olarak” dedi televizyoncuların uzattığı mikrofona, kameraya el sallamayı da ihmal etmedi..

“Hayır, ‘acaba’ diye sesli düşündüğüm sırada bahsettim canım geçmişindeki serseriliğinden, ‘acaba tekrar onlarla mı buluştu?’ oldum, o kadar.. doğal olarak insan bir açıklama arıyor ya işte.. ! Hahaha..!”

‘Şoka girdi herhalde’ diye birbirleriyle fısıldaşmaya başlayan polislerin şaşkınlığı, evdeki ziyaretçilerin vurduğu darbenin altında ezilmişti bir de çoktan, çünkü dans etmeye başlamışlardı.. hem de ellerinde biralarla, sigaralarla.. kahkahalar atarak.. polisin şaşkınlığının üstüne olayı hala canlı yayından izleyenlerinkini katınca, kadının “kötü şeyler düşünmeyelim, kötü şeyler düşünmek, sadece zaman israfıdır, boştur..” deyişi kitlevi anlamda bir etki yaptı, onbinlerce insanın aynı anda gözlerinin önüne kaymakla süslenmiş çilek görüntüsü geldi, ve ama yazı unutulmuştu bile.. sırta saplanan bıçak görüntüsünü bile unutmuştu herkes, “kötü şeyler düşünmeyelim” cümlesi, ilgili onbinlerin kadını ve evde dans edenleri anlamasına yetmişti.. “yaşadığı topluma acil bir mesaj vermek istemiş kızımın beden terkine vesile olan insan..”

Onbinlerce zihindeki kaymaklı çileğin tam orta yerine oturtmuştu kadın son cümlesini.. Herkes, “ne yazıyordu ki orda?” diye mırıldanmaya başlamıştı..

“Kızımla çok iyi arkadaşızdır, hatta şu an gülmemi de o istiyor, buradakilerin dans etmesini de o rica etdi, ‘Allah’ıma kavuştum, niye tebrik etmiyorsunuz?’ dedi, ‘niye kutlamıyorsunuz?’ dedi, ‘sınavım bitdi’ dedi.. ‘hadi söz verdiğimiz gibi dans edin’ dedi.. biz ‘hangimiz ölse, üzülüp ağlamiycağz, kutliyp dans edip bayram ediceğz, çünkü Hak’ka, Yaradan’a, Gerçeğ’e kavuşuyoruz!” diye söz vermiştik hep birlikte..” dedi kadın, sonra tekrar kahkahalar atarak kendini dans edenlerin arasına salıverdi..

Ertesi gün gazetelerin çoğunun başsayfasını kızın sırtının ve üzerindeki kaymaklı çileklerle çevrilmiş yazının fotoğrafları şereflendirebilmişti..

“Hayır, bu öyle sıradan bir polisiye filmi değil.”


Küçük fotoğraflarda kızın yakınlarda çekilmemiş vesikalık bakışı, ve polisin güya el koyduğu defterlerin, ve kısmen içinde yazan şeylerden oluşan bir potpuri sunulmuştu..

Siyah naylon çorap içine konulmuş ayaklarının da ayrıca fotoğrafı orta büyüklükteydi, kimi gazetelerdeyse tam sayfa olarak da tercih edilmişti.

“Kızın, defterindeki yazılara dayanılarak elde edilen verilere göre, aylardır ölüm tehdidi aldığı belirlendi.

İnternet ortamında, tanıştığı kızlara ‘ben tutucu dinci bir ailenin çocuğuyum, zorla camiye gönderiyolar, zorla namaz kıldırıyorlar, lütfen bana küfret! O zaman rahatlıyorum, üstüne sana para da veririm, çok zenginiz.. annem küfreden kızlarla konuşmama çok kızar, lütfen bana küfret, lütfen!’ diye yalvaran bir şahıs, küfretmeyenleri tehdit etmeye başlıyormuş..”

Şeklindeki haber, “acaba cani bulundu mu?” dedirtti insanlara..

Kısa sürede bulunan ilginç eleman, meğerse sıkıntıdan yalandan hikayeler uyduran bir kız çıktı.. “yok, olamaz..” dendi, “ne ilgisi var?” dendi, cinsellik şartlanması bu kızın bu olayla ilgisi olmadığı görüşünü sağladı.

Kızın annesinin söyledikleri, “zavallı delirmiş” mantığıyla üçüncü sayfaya yetebilmişti.

…………….

Zaten olsundu, kadın böyle olmasından mutluydu, mümkün olduğunca çabuk biçimde konu kapansındı.

Kaymaklı çilek yemek istiyordu çok acil olarak.

Boynunu kıtlattı, mutfağa gidip çay aldı, bi sigara içti ve sonra yattı.

Uyuyamadı, arabasına bindi ve hiç tereddüt etmeden yakındaki benzinliğe gidip naylon çorap aldı. Siyah, ince, parlak..

Kasiyer onu tanıyordu zaten ve durumu tv’den izlemişti..

“Kızım naylon çorabı hiç sevmezdi, giymezdi..” dedi, kasiyer “başımız sağolsun!” deyince..

Bir anda çorabı paketinden çıkardı, yarı dans edercesine, bi yandan kahkahalar atarak giymeye başladı oracıkta..

“ama kaymaklı çileği ikimiz de aşırı severiz.. hahaha.. mevsiminde yemeliymişiz meyvaları.. hem erkekseniz oturarak işeyin! Yemezler! Hahaha!”

Kasiyer anlayış göstermiş, kadınla beraber gülmeye başlamıştı..

“Bana bira ver!” dedi kadın, tokuşturdular..

“Uyandın mı?” dedi ölen kız, “hayır, uyuyorum” dedi annesi.

Altı hafta sonra birkaç genç o kasiyeri vurdular.

Yakalandılar ve elleri arkadan kelepçeli vaziyette minibüsten indirilirken kameralara “bu öyle sıradan bir polisiye filmi değil!” diye bağırdılar.

Zaten hiç saklanmamışlarmış, kasiyeri de kasıtlı vurmuşlar, ayaklarını kestikleri kızın sevgilisiymiş diyeymiş..


Kızı öldürenlerin yakalanmış olduğu haberi hemen yayıldı.

Kitle buna bayıldı.

Konu kapanmamıştı.

Anne kızmıştı buna.

Kimseye söylemeden bedenini terk etmeye karar verdi.

Gerisi malum, o da haber oldu.

Çünkü alışkanlık yapmıştı, üstüne koşuyordu ateşin.

Korkmamayı öğrenecekti.

Dans edenlerin en güzel dans ettiği yerde kahkahalar atıyor şimdi.

Kasiyer oydu.

Onu vurmuştu o gençler.

Kızın tek sevgilisini, annesini.

Zordu çok.

Kız ölmemişti.

O bir filmdi.

Polisiye filmi.

Sıradan olmayan bir polisiye filmi.

Kız yani.

Yani beden terkinden sonra, kendi çapında muhteşemdi, sıradan olmayan bir polisiye filmi gibi.

Kasiyerdi aslında.

Annesiydi kendisi.

Gençler hiç yoktu aslında.

Hayaliydi hepsi.



Dondurmanın çileklisinden istedi canı, kaymaklı ve çileklisinden.

Sis çöktü.

O da sisin içinde diz çöktü.

Hatta dizi çekti.

Annesine birtek dizi çekmişti.

Diğer yerleri kendisine benziyordu, yani annesine.

“Uyandın mı?” diye sordu kız.

“Hayır, uyuyorum” dedi kendisi.

Cesedini kendisi süslemişti.

Ayakları hiç olmamıştı.

YANİ KENDİSİNE SORARSANIZ…

Hiç beğenmiyordu ayaklarını zaten, ve olmamıştı ona göre, ya da olmasını istememişti..

Bakış açısıydı zaten.

Şimdi bir küçük üstgeçitin altından geçiyor kız.

Kartal bakışıyla karanlığı delerek.

Bakış açısı işte.

Yüzmeyi severdi.

Dalmayı çok severdi.

Şimdi balık tutuyor derekenarında, ayakları suda.

Güneş eflatun.

Bunun tadını çıkarıyor hatun.

Dereden.

Sonra bir kuyunun etrafında dört kişi, kurtarılmaya çalışılan kıza telkinde bulunuyorlar yukardan, ama kız baygın.

Üç gündür o kuyuda kurtarılmayı beklemiş, keşke mahalleden hiç uzaklaşmasaymış.

Ayakları kesilmek zorunda kalmayacakmış, kalsaymış mahalle içinde.

Uyandığında hastanedeydi küçük kız.. çiçekler, çikolatalar, hiçbiri hıçkırıklara kapıla kapıla bağıra bağıra ağlamasına engel olamadı, gördüğü kâbustan uyandığında kendi ayaklarını da kesilmiş bulunca.

Kâbusunda genç bi kızın ayaklarını kesmiş, kan kaybından ölmesini beklemiş, sonra da ayaklarını naylon çoraba koyup, sırtına “bu öyle sıradan bir polisiye filmi değil” yazmış, yazının etrafını da kaymaklı çileklerle süslemişlerdi.

Bu genç kızın annesi de televizyonlarda dans ederek “sakın kötü şeyler düşünmeyin” diyordu.

Sonra annesinin benzin istasyonunda kasiyer olan bi sevgilisi vardı, ..

‘..aman tanrım!’ olmuştu kızcağz, hüngür hüngür ağlamasın da nağpsındı..

“hayattasın ya!” diyordu herkes..

Özellikle hiç sevmediği komşu kızı, yeni evlenmiş olan.

Habire “takma kafana geçer diyp diyp, bi sol bacağı üste bi sağ bacağı üste atıyordu oturduğu yerde. Köşeden de diğer hastanın yakını delikanlı komşu kızının naylon çoraplı ayaklarını kesiyordu çaktıra çaktıra..

Düşündü küçük kız, komşu kızıyla sonbahar akşamlarında sahile inerlerdi, ve delikanlılar dolanırdı etraflarında.. komşu kızıyla böyle bir akşam yine gezmeye inmişlerdi, çay bahçesinde otururlarken yine böyle bir delikanlı da ikide bir komşu kızının naylon çoraplı ayaklarını kesiyodu iki masa öteden. Komşu kızı da bundan gayet memnun, cömertçe sergiliyordu ayaklarını, sandalyenin altında oynata oynata..

“senin gibilerin ayaklarını kesmek lazım!” diye düşünmüştü o zaman.

Sonra komşu kızı o gençle evlendi.

Ama kesilen kendi ayaklarıydı.

Şimdi de burada hastanede, hem de taze evli olmasına rağmen yine aynı şeyi yapıyordu.

Ayakkaplarının içinde oynatıp duruyordu ayaklarını, köşedeki delikanlı da onları kesiyordu.

3 hafta sonra küçük kıza protezleri takıldı, ve komşu kızı onu gezmeye götürmeyi teklif etti; hani ‘moral olsun’ hesabı.

Ormanlıkta piknik diye kararlaştırmışlardı ve komşu kızı bundan kimseye söz etmemeye söz vermişti, küçük kız öyle istemişti.

Küçük kız, komşu kızının kaymaklı çileğe bayıldığını biliyordu, “bak, ne getirdim!” dedi.

“Sen beni düşünceksin de ben bunun altında mı kalıcağm?”

“Ay çok tatlısın, ay bu çileklerden de tatlısın!” dedi komşu kızı.

10 dk. sonra sızdı komşu kızı. Küçük kız onu bi ağacın altına çekti ve havanın kararmasını bekledi. Sonra ta hastanedeyken bu anı planlayarak yürüttüğü yatıştırıcı iğnelerden bi düzine sıktı komşu kızına. Sonra da gayet soğukkanlı bi şekilde evden getirdiği en keskin tırtıklı bıçakla kesti onun ayaklarını. Ve getirdiği naylon çoraplara koydu ayakları. Komşu kızını yüzüstü çevirdi ve sırtına “bu hiç te öyle sıradan bir polisiye filmi değil” yazdı ve yazının etrafını kaymaklı çileklerle süsledi.

Sonra başladı pişmanlıktan ağlamaya. Onu kimse duymuyordu. Öylece bekledi sabaha kadar, komşu kızı buz gibi olmuştu.

Küçük kızı akıl hastanesine yatırdılar.

Her gün ağlıyordu.

Geceleri kâbuslardan hıçkırıklarla fırlıyordu.

Kendi kızı gibi severdi komşu kızı küçük kızı.

Evet, sekse düşkündü, çapkındı.. ama iyi bi komşu kızıydı.

Evlendiği genç, benzincide kasiyerdi.

Önce kötü bişey yapar, intikam mı almak istiyor yoksa diye, küçük deli cani kızı ilk ziyaret girişimleri engellendi genç delikanlı dul damadın.

Sonra doktor denetiminde izin verildi.

“Korkma, aksine iyi olmanı istiyorum!” dedi kıza.




“Sana kızgın değilim, sen kocaman bir okyanusta minicik bir damlasın, hepimiz gibi.”

Korkusunu ve şaşkınlığını aşmasına acil çözüm için de kaymaklı çilek getiriyordu sürekli, küçük kız da bütün hasta arkadaşlarıyla paylaşıyordu çilekleri.

İlginç bişey oldu ve küçük kıza, caniliğinden sonra - yeni evlendiği kızı öldürmüş olduğu için en fazla kin duyması gerektiği halde aksine ona – kimsenin göstermediği ilgi, şefkât ve arkadaşlığı, dostluğu sunmuş olan genç dul damat kasiyer, küçük kızı akıl hastanesindeki ilk ziyaretinden 3 hafta sonra benzinliğe soyguna gelen serserilerce öldürüldü.

Küçük kız ağır depresyona girdi önce, hiç haber alamıyordu genç dul damat kasiyerden kaç gündür. Sonra gazetedeki haberi gördü. Soyguncu değil, aşırı tutucu dinci psikopatlarmış kasiyer genç dul damadı öldürenler. Minibüsten indirilirlerken de “bu hiç de öyle sıradan bir polisiye filmi değil!” diye bağırmışlar, öyle yazıyordu gazetede fotoğraf altında.

Kapının çancıkları çaldı ve içeriye giren gençlerden biri montunun içinden makinelı bir tüfek çıkarıp ateş etmeye başladı.

Diğer üçü de “işte adamı böyle yaparlar, sen bunu hak ettin!” gibi şeyler söylüyorlardı.

Benzinliği işleten adam “kızım, kasaya göz kulak ol, ben geliyorum şimdi” demişti, gençler tezgâhın arkasında yere düşenin küçük bi kız olduğunu çözene kadar iş işten geçmişti.

Girip adamı vurup çıkacaklardı.

Küçük kızın yerde kanlar içindeki bedeninin birtek yeri görünüyordu tezgâhın arkasından: protez ayakları.

Beden terkinden sonra gidilen yerde, dereden balık tutan kız, kasiyer damat ve protezli küçük kız, kollarını açmış, polisin “ellerinizi kaldırarak dışarı çıkın, korkmayın!” demesine rağmen,

kolları havada dışarı çıkarken makinelı tüfeklerle taranan gençleri karşılıyorlar şimdi.

“Salaklar! ‘Ayaklarına ateş edin’ demiştim!” diye bağrındı polis şefi.

“Peki niye ille de ateş etme gereği duydunuz ki?” sorusuna, “bunların sağı solu belli mi olur, anlık bi hareketle el bombası da atar bunlar, ayaklarına ateş edilsin en azından ki, etkisiz hale gelsinler istemiştim, salaklar hepsini geberttiler.”

“Ayakları yerden kesilmişti izleyicinin, sinema çıkışındaki yorumları duysaydın..; hiç kimsenin aleyhte yorum yapmayı gözü kesmiyordu. Bu tarz filmler dışındakiler de hiç kesmiyor be abi. Öyle sıradan polisiyelerin zaten çoktan hesabı kesildi, yönetmenlerin halkla iletişiminin kesilmesinin doğal sonucu olarak.”

Tüm bunlar konuşulurken çocuklar da koltuğa yaslanmış, konuya kulak kesilmişlerdi pür dikkat.

“Oğlum, kalkın yerden bak, ayaklarınız hep buz kesecek!” dedi birinin annesi istemeden muhabbeti keserek.

Mutfaktan gelen tepsi masaya bırakıldı ve çilekli, kaymaklı pastanın kesileceğini anlar anlamaz ayağa fırladı çocuklar. Protezli olan küçük kız hariç, ..pastayı kesen komşu kızı ablası ona bi bakış attı, protezli kız iç çekerek göz kırpıp gülümsedi. Komşu kızı ablası çocuklardan birine “şunu da kardeşinize verin” diyerek protezli küçük kıza da bi tabak pasta gönderdi. Küçük kız tabağı aldı, yerinden hızla kalktı elleriyle ayak protezlerini düzeltip, bir anda kabadayı kesilerek, ona tabağı getirmiş olan çocukcağızın suratına yapıştırıverdi pastayı.

Köşeden komşu kızının ayaklarını kesmekte olan genç adam da “bu da başka bir bakış açısı!” deyince bir kahkaha kopuverdi.

“Bu hiç de öyle sıradan bir polisiye filmi değil! Tamam mı! Gülmeyiiiin!” diye bağrındı protezli küçük kız. Ama sesi kahkahaların içinde boğulmuş, kimse onu duymamıştı.

K.N.A. 21.01.’08